Fotoğrafçılık derslerine başlamadan önce fotoğrafın hayatımızda kapladığı yer üzerine düşünmek için bir gününüzü hayal edin. Sabah uyandığınız anı düşünün. Ne kadar süre sonra elinize telefon alıyorsunuz? Günümüzün çoğunu sosyal medyada geçirdiğimiz bir zamanda yaşıyoruz ve sosyal medyanın temelini “görüntü” oluşturuyor. Bir markete çıkıp gittiğinizde raflara sıra sıra dizilmiş paketlerde fotoğraflarla karşılaşıyorsunuz. Alışveriş yapmak istediğimizde, almak istediğimiz her neyse onu internetten araştırıyor, ürünün çeşit çeşit fotoğraflarına, ürün hakkında yapılan yorumlara, hatta bazen kendimizi kontrol edemeyip ürüne yorum yapan kişilerin güvenilirliğini (?) anlamak için onların fotoğraflarına bakıyoruz. Bir gün sabahtan akşama kadar kaç tane fotoğraf gördüğünüzü saydığınızı düşünsenize. Sizce cevap kaç çıkardı?
Fotoğrafla ilgili sık tekrarlanan bir cümle vardır: Anı yakalamak veya anı dondurmak. Fotoğrafa böyle bir yaklaşım aslında onun etkisini ve gücünü azaltır. Anı yakalamak, bir kayıt altına alma durumudur. Oysa fotoğraf bundan çok daha fazlasıdır. Fotoğrafçılık dersleri üzerine düşünürken öncelikle fotoğrafın ne olduğu sorusuna cevap bulmalıyız. Nedir fotoğraf? Fotoğraf; manipülatif bir güce sahip ve insanlar üzerinde etkisi çok kuvvetli olan bir gerçeği yeniden yaratma sürecidir.
Başka bir deyişle fotoğraf; bilincimizden ve varlığımızdan bağımsız olan gerçeğin, bilincimize ve varlığımıza bağlı olan yeniden yaratılma sürecidir. Çok karmaşık ve felsefik görünüyor değil mi? Fotoğraf özetle fizik ve sanatın yan yana gelmesidir.
Şu ana kadar konuştuğumuz şeyler sizin için henüz bir anlama gelmiyor olabilir. Bugün elimizde akıllı telefonlarımızla durmadan fotoğraf çekebiliyor, fiziğin ve sanatın konu ile hiç ilgisi olmasa bile fotoğraf ile bir ilişki kurabiliyoruz. Böyle düşünmekte de aslında bir sakınca yok. Akıllı telefonunuzdaki düğmeye bastığınızda bir “görüntü” elde edersiniz. Telefon sizin yerinize fizik meselelerini, kendince uygun gördüğü şekilde halleder. Sanat yani içerik kısmı ise yalnızca sizi tatmin edeceği için bunda herhangi bir sorun yok. Fakat fotoğraflarınızı kendi arşivinizden dışarı çıkarmak ve başkalarının beğenisine sunmak istiyor olabilirsiniz. Eğer böyle bir isteğiniz varsa fizik, sanat ve felsefe kısımlar hakkında biraz durmanız gerekebilir.
Konunun fizik kısmına bakalım. “Photography” kelimesi Yunanca iki kelimenin birleşmesinden oluşur. “Photo” ışık, “graphy” ise çizim demektir. Yani photography, ışıkla çizim yapmak anlamına gelir. Bizim resim yapma aracımız ışık ve ışığı görüntüye dönüştüren fotoğraf makinesidir. Bu durumda fotoğrafın teknik alt yapısını oluşturan şey ışığı ve ışığın dönüştürücü aracı olan fotoğraf makinesini anlamak fotoğraf derslerinin temel noktasıdır. Temel fotoğrafçılık kurslarını incelediğinizde aslında kameranın çalışma prensiplerinin fotoğraf eğitiminin merkezini oluşturduğunu görürsünüz. Fotoğraf eğitiminde diyafram nedir, enstantene nedir, uzun pozlama nedir gibi sorulara cevap aranır. Bunların hepsi fotoğrafçılığın teknik bilgi kısmı yani fizik kısmıdır. Fotoğrafçılık kurslarındaki bu eğitim modeli çoğu zaman yanlış bir algıya sebep olabilir. Temel fotoğrafçılık eğitimi alan kişilerin fotoğrafa dair “teknik olan” bilgiye sahip olduklarını unutmamak gerekir. Fotoğrafçılık bir görme biçimini kazanmakla ilgilidir. Doğal olarak sanat ve felsefe kısımları üzerine düşünmeden siz yalnızca belirli kompozisyonları “doğru teknik bilgiyle” kayda oluyor olursunuz. Eğer elde ettğiniz görüntünün bir estetiği yoksa elinizdeki fotoğraf bir güvenlik kamerası kaydından öteye geçemez. Bu noktada renk uyumu, doku uyumu, kamera açısı, kompozisyon kuralları ve fotoğrafı anlamlı hale getiren pek çok şeye de vakıf olmanız gerekir. Fotoğrafçılık Dersleri yazılarında bütün bunlardan yavaş yavaş bahsedeceğiz.
Bir de sanat kısmına bakalım. Fotoğraftaki estetik ve o estetiği yaratan koşullara verilen emeği anlamak için büyük markaların aylar süren fotoğraf çekimlerini düşünebiliriz. Bu çekimler uzun süren toplantılardan, model seçimine ve seçimin neye göre yapılacağına dair bir dizi karardan, mekan seçimlerinden, model duruşlarından, rengin ve ışığın kullanımına dair uzun istişarelerden sonra gerçekleşir. Aynı zamanda sinema sektöründe kullanılacak her malzemenin dokusu, rengi, duruşu özenle seçilir. Bu işle ilgilenen bir sanat yönetmeni ve bu yönetmenin bir ekibi vardır. Kompozisyonda kullanılacak bir eşyanın dahi uyumu, oranları ve daha tartışılabilecek bir sürü mesele ortaya çıkar. Deklanşöre basıp halledebileceğimiz bir şey için neden bu kadar çok uğraşıyoruz? Çünkü teknik bilgilerin yanında fotoğrafın alımlayıcısına ulaşırken ortaya koyduğu bir estetik vardır. Kendi içinde bütünlüklü olan ve fotoğrafın yeniden yarattığı gerçekliğin atmosferini ifade eden bir estetikten söz ediyoruz.
Diyelim ki bir fotoğraf eğitimine başladınız ve teknik bilgilerinizle birlikte estetik yaklaşımınızı, görme biçiminizi genişlettiniz. Şimdi sırada felsefik bir anlamı fotoğrafla buluşturmak var. Fotoğrafçılık derslerinde sıkça atlanan bir nokta bu. Çektiğiniz fotoğrafı size ait yani özgün hale getirecek olan bu üç disiplini bir harmoniyle yan yana getirebilme becerinizdir. Başka bir şekilde anlatmak gerekirse; fiziğin ve estetiğin kurallarını anlamlı bir bütün içinde kullandığınızda “fotoğraftan” söz edebiliriz. Çektiğimiz şey varlığımızdan ve bilincimizden bağımsız bir çiçek olabilir. Ancak kullandığımız araçlarla ve yarattığımız fizik kurallarına tabi, estetik, anlamlı ve uyum içindeki bütünlük bizim bilincimize ve varlığımıza bağlı yeniden yaratılmış bir gerçek olur. Belki de öz gerçeğinden daha güzel…